21 Nisan 2013 Pazar

kadınların cemaati meselesi ve çocuklar

çocuksuz toplantılar benim feminist anneler grubunda en sevmediğim fikir.
başından beri de var. çocuklarla uğraşmaktan konuşamadığımız için -ki kısmen doğru- çocuksuz toplanma çağrıları. ayaküstü 1-2 buluşma hariç gerçekleştiğini görmedim gerçi. çoğunlukla sayemde. ama şimdi böyle yazdım diye grup dışı kalmaktan hoşlandığım sanılmasın. ama benimki de bir çeşit mücadele galiba.

yani tamam anneler topluluğuyuz diye sadece anne olmak çocukları her yere götürmek zorunda değiliz. ama biz bir de destek ağlarından oldukça mahrum ve çalışan bir anne topluluğuyuz? üstelik çocuklarla beraber dolaşım annelik ve kamusallık işlerinde zurnanın zırt dediği yer:

geçen aynur demirdirek'in kadınlar dünyası dergisinin yüzüncü yılı sebebiyle odtü'de yaptığı konuşmaya 3 yaşındaki oğlumla gittim. fazla dinleyemesem de gerekirse çıkarız dinlediğim de kardır diye düşünüyodum. neyse ki oğlan aynur'un sakinliğinin etkisine girdi yine ve önce sakin sakin dinleyip sonra da uyudu.

konulardan bir tanesi de dergi yazıhanesinin aynı zamanda bir toplantı ve buluşma mekanı olması idi. çıkışta aynur "yalnız bir duyuru vardı, o da on yaşından küçük çocuklarınızı konferansa yanınızda getirmeyin idi" dedi.

isyeaannn

neyse ki aynur oğlanla beraber geldiğimize memnun olmuştu, kimsenin de bir şikayeti yoktu. üstelik kadınlar dünyasının yazıhanesine çocuklarıyla gidiyormuş kadınlar (nezihe'mle gitmiştim diye yazmış biri.) ama umumi konferanslar cemiyeti'nden verilmiş bir duyuruda teali-i nisvan cemiyeti'nin iştirak ve desteğiyle düzenlenen celal nuri bey tarafından verilecek "islamiyette kadın" başlıklı bir konferans duyurulurken "on yaşından daha küçük çocukları beraber getirmemeleri hanımefendilerden suret-i mahsusada rica olunur" denilmiş. (kadınlar dünyası 36. sayı, sağol aynur). demek kadınlar kendi aralarında yine çocuklu toplanabiliyorlarmış ama celal nuri beyin konsantrasyonu bozuluyormuş! aklıma yine ursula le guin'in kadınlar rüyalar ejderhalar'ında çok sevdiğim bayan brown yazısı geliyor, kadın yazarların mutfakta yemek pişirir çocuklar koştururken de yazmaları ama erkeklerin bütün hayhuydan ve angaryalardan uzakta, yalnız ve mağrur yazabilmeleri. bu çeşit bir erkek yazar kamusallığı hala alanı domine etse de bunda özenilecek birşey göremiyorum ben de le guin gibi. kadınlar da  kamusallığı kadınların olmadığı yerden çocukların -ya da mutfağın- olmadığı yere çektiklerinde bence iyi bir pazarlık yapmıyorlar. elitizmle malul halkevlerinin (!!) de büyük sorununun bu olduğunu yazmıştım: hem kadınları çekmek için uğraş hem gelmiyolar diye azarla hem de çocuk getirmeyi yasakla??!!

feminist anneler bir halkevi olmasın!! kendilerini caminin yerine koymaya çalışırken ve kadınların katılımı konusunda camilerden çok daha iddialı takılırken kadınların çoluklarıyla çocuklarıyla gayet de rahat ettikleri kadınlar kısmına sahip camilerin yanına bile yaklaşamamışlardı ne de olsa! özellikle hacıbayram gibi merkezi yerlerdeki camilerin kadınlar kısımları kadınların taciz edilmeden ve para harcamadan çocuklarıyla birlikte mola verebilecekleri, bebelerini emzirebilecekleri yerler. kocaman ve bomboş bir alanda koşturmanın daha büyük çocuklara verdiği zevk de cabası.

gerçi bu sorun sadece feminist anneler gibi zaten kamusal alanda varlık gösteren kadınların sorunu da değil. islamda kadınların cemaati meselesi başlıbaşına bir mesele. kadın imam meselesinde vücut bulan bir mesele mesela: çünkü sorun sadece kadınların erkeklere imam olup olamayacağı değil, kadınların birbirlerine de imam olup olamayacağı sorusu. bu soruya farklı mezhepler farklı yaklaşıyor. birçoğunda kadınlar kadınlara imam olabiliyor ama diğerleriyle aynı hizada duruyor. bence makul. iran'da da yakın zamanda bu yönde genel bir fetva çıktı -daha doğrusu kadınların imamlığının üstündeki yasak kalktı. ama hanefilikte kadınların kadınlara imamlık yapmasına izin yok mesela. kadınlar biraraya bile gelseler eğer bir erkek imama uyamayacaklarsa yalnız namaz kılıyorlar. hatta kadınların arkada, ya da kadınlara ayrılan bir yerde bile cemaate katılsalar cemaate katılmalarının hayırlı olup olmayacağı bile tartışma konusu. camide bütün kadınlar imama uyup birlikte saf tutarlarken neredeyse aynı anda ama biraz daha ötede ve ortak ritmden kopuk olduğunun altını çizerek namaz kılan kadınlara da rastlamışlığım var. bu da kadınların cemaatinden hayır gelmez mealinde bir hadise, bu hadis ise kadınlar cemaat olurlarsa çoluklarını çocuklarını ihmal edebilirler durumuna dayanıyor sanırım. hadisin sahih olduğu söyleniyor ama bağlamını bulamadım (şurada bu tartışmanın bir nevi özeti bulunabilir). bu haliyle islam gibi cemaat temelli bir dinden, tarih içinde farklı zamanlarda daha az eğitimli olmaları sebebiyle imamın yokluğunda namaz kılamayacak olan kadınları ihmal etmemiş olmasını beklerim. zaten hz. muhammed'in bazı eşleri da başka kadınlara namaz kıldırıyor. tüm bu tartışmanın sıcaklığına rağmen kamusal alanla malul olmayan dindar kadınlar daha iyi çözümler bulabiliyor. örneğin kadınlararası islami sohbetlere kadınlar çoluk çocuk gidiyor o çocuklar da bir şekilde çokluk içinde idare ediliyor.

türkiye'de dindarlık kitabında öne çıkan, bu tartışmadan laik olduğu için bağımsızmış gibi görünen, ama aslında aynı yere dönen, gösterişten uzak olmak için yalnız namaz kılan bir laik kadın figürü vardı. orada adeta laikliğin dayattığı bireysellik ve dindarlığın dayattığı cemaatçilik arasında bir çözüm gibi bir yerde ama benim içimi acıttı. laiklik bireyselliği dayatırken de ne kadar gizli bir cemaat yaratıyor, ve bu cemaatin kararları tartışmaya açıkça cemaatçilik yapılan yerlerde olduğundan çok daha kapalı çünkü cemaat aslında yokmuş gibi! camide namaz vakti herkes beraber saf tutarken yalnız kalan kadın gibi laik olduğu için dinini yalnız yaşaması gerektiğini düşünen bir kadın da bu sefer başka bir cemaatten korktuğu için kendini tecrit ediyor. dışlanma korkusuyla yalnız kalmak! bazı laik müslümanların da cemaat bazı içi hanefi kadınların da ortak kaderidir belki... ama dedim ya benim gördüğüm cemaatlere eklemli kadınlar, cemaat bu konularda ne kadar muhafazakar olursa olsun genellikle kendilerince bir cemaat oluşturuyorlar. diğer grup, yani ilk bakışta kendi kendilerine yarattıkları intibası uyandıran bir tecrit yaşadığını gördüğüm kadınların çoğuysa -ki zaman zaman dahil olduğum oldu bu gruba- belli bir kamusal hayat tecrübesi yaşayan ya da yaşamış -emekli vs- kadınlar. dışlanma korkusu çok şiddetsiz görünen ortamlarda da olabiliyor o yüzden  korku diye adlandırmak yerine gösterişten uzaklık diye adlandırmak işlerine de gelmiş olabilir.... bu izolasyonu yaşayanlar daha çok ununu elemiş eleğini asmış, ya da ununu elemeden eleğini asmış, zaten oldukça yalnız yaşayan kadınlar bir de. yani çolukluluk çocukluluk gibi kendilerini yalnızlaştırıyor gibi görünüp aslında en azından mecburiyetten onları farklı farklı cemiyetlere eklemleyen durumlardan da bir nevi yoksunlar. üstelik kamusallığın kendine özgü bir elitizmiyle de malul olmadıklarından emin değilim. yani kimseyi kendileri gibi görmedikleri için kimseye karışamıyor gibi de olabilir bir grup. "gösterişten uzaklık" iddiasında böyle bir eleştiri var zaten. bu noktada dışlanma korkusuyla kibir de bir madalyonun iki yüzü gibi, iki ayrı ihtimal değil birbirini tamamlayan iki ayrı duygu... kibrin böyle çelişik bi tarafı var, hem kimseyi beğenmiyor, hem sürekli onay istiyorsun...

sadece elitizm değil kamusallığın bahşettiği bir karışamama hali, bir donukluk da var bu kimsenin kolay kolay bende yok diyemeyeceği, kafadan bende yok diyenlerin de baştan ismini listeye yazdıracağı modern kibirde. ilginç aslında, kendileriyle en yalnız kalamayıp tefekkür için gerekli yalnızlaşmayı yaşayamayanlar da belki bu kadınlar. bu sesler kafasında olmadığında cemaatle bile yalnız, onay aradığı bu diğer sesler kafasında olduğundaysa yapayalnızken bile kalabalık olabiliyor insan... bir kadına yalnız kalma hakkı vermeyen ev, aile, cemaat, arkadaşlar, onu yapayalnız bıraktıklarında bile kafasını meşgul etmeye devam edebiliyorlar... yani bir önceki paragrafta belirttiğim hayali cemaat, tam da kalabalıklığıyla yalnızlaştırıp donuklaştırabiliyor birini:  sevgili dostum ligea ile az konuşmadık kamusal cemiyette lider pozisyonuna gelen annelerin günde yüzlerce kere anneleri tarafından kucaklanan, öpülen, onaylanan çocukların aldıklarının birini bile verirken kırk kere düşündüklerini. veremez olduklarını. kendimizden bilerek. bu yüzden annelik feminizmin en kilit meselelerinden biri, bazı kuşaklar çocuksuzluğu feminizmin şartı olarak görüyor, çocuk bakımının da diğer ev işleri gibi eşit bir şekilde bölüşülebileceğini, hatta bazıları tamamen havale edilebileceğini düşünüyor. belki feministlerin baktıkları en son yer olan köy ve güvendikleri en son kişi olan kaynana ve çocuk bakım pratiği tarihlerinden varolan ürkünç senaryolara alternatif çıkabilir... her halükarda elbette bölüşülebilir, ama özellikle emzirirken, iki sene anne nerede biter bebek nerede başlar kim biliyor? kreş süper bir destek ama üç yaşından önce başlamak pek anlamlı değil ve o üç sene kimin bakacağı, nasıl paylaşılacağı gerçek bir muamma. üstelik sadece kamusal alanda çalışan kadınların muamması da değil, annesi adeta ruhani bir lider olan bir başka arkadaşım da aynı dertten mustarip. yani kamusallığın dini imanı yok! ve şu çoluk çocuğun ihmali meselesine de öyle kestirip atarak bakmak kolay değil.

kamusallıkla cemaati de bir tutmak problemli elbet. kamusallık 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bir kavram ve aklın soyutlamalarıyla ayakta duruyor. erkek aklın koşturduğu kocaman ve bomboş ama soyut bir alan. bu soyutlamalar da kadınlardan ve dinden, ve hatta bu kadarıyla bile söylenmeyen şekliyle çocuklardan ve delilikten. delilikle ilgili soyutlamalarla uğraşanlar var elhamdülillah (fuko olsun dölöz olsun). ama çocuklarla ilgili soyutlamalar havada hala...  ve kadınlarla ilgili meseleyi doğrudan etkilemesine rağmen doğrudan tartışıldığı da pek söylenemez. üstelik feminizmin kendi seçkinciliklerini de tartışmak için uygun bir alan bu. feministlerin önemli bir kısmı da diğer cumhuriyet elitleri gibi sınıfsal, dini ve çocuklarla ilgili bir tepeden bakıştan muzdaripler ve özellikle de bunların kesiştikleri kümelerde yer alan kadınlara karşı girişilen öğreten adam tavrı da pek yardımcı olmuyor: "o kadar çok çocuk yapmasan başına bunlar gelmezdi," "okula gitsen başına bunlar gelmezdi," "dini hurafelere inanmasan başına bunlar gelmezdi." halbuki, bunlardan uzak duran çocuksuz, eğitimli, dinle mesafeli kadınlar da dönüp dolaşıp küçük gördükleri hallerle yüzyüze buluyorlar kendilerini eğer dürüstlerse. yani buradaki örneğinde, kadınların cemaati meselesi her durumda kadınlar için mesele, hepimizin ortak meselesi. üstelik çocuklu buluşmalar -bence buna herkes dahil olabilir, çocuksuz arkadaşlarımdan gördüğüm desteği kimseden görmedim diyebilirim, burada da anlattığım üzre biyolojik kısmı kısıtlı bir kısmı-  sadece farklı grupları birleştirmek değil aynı zamanda çocukların kendisinin bu muhabbete katkısı açısından da önemli. feminist anne toplantılarına iştirak ettiğim beş-altı yılda çocukluktan genç kızlığa geçen asya'nın sessiz ve güzel varlığı son buluşmamızın en iyi tarafıydı bence. kız çocuk, sınırlarının belirsizliği ve insanlık tarihinin en güçlü kişisi oluşu meselesi (inanmıyosanız miyazaki seyredin, öyle değil mi sayın tolga ulusoy?) zaten daha tartışmak istediğim bir konu. kadınlar ve çocukların içine girdiği içinden çıkılmaz durumları da genellikle ablalar çözüyor. yani kadınların cemaati ve çocuklar meselesine de göbekten bağlı. ya da kadınların cemaati ve çocuklar meselesi ona... neyse, bu da kadınlara ve çocuklara, ve ablalara dair zayıf tartışmalara böyle bir pop-katkı olsun...

1 yorum:

Tolga Ulusoy dedi ki...

çok teşekkür ederim. bir yazınızda adımın geçmesi benim için gururdur. :)