21 Eylül 2012 Cuma

sofrada bilimsel bilgi ve geleneksel bilgi

geçen gün güzel bir mekanda çok sevdiğim arkadaşlarımla yemek yedik. özellikle bir tanesini uzun zamandır görmüyordum, görmek çok hoşuma gitti. bonus olarak yanında kendi gibi pozitif takılan dokuz aylık oğlu vardı. meğer arkadaşımın annesi ona evde ekmek yapıyormuş. ama bu yüzden ona dışarda pişmiş ekmek ve diğer pek çok şeyi vermiyorlarmış. oğlan pek engellere takılan biri değildi o yüzden arada atak yapıp sonra vaz geçti ama sonuçta sanırım koca sofradan bişey tadamadan kalktı. gerçekten de bu çimenler üstüne kurulmuş, güzel bir ağacın altında bir sonbahar günü hem güneşin hem gölgenin tadını çıkarabildiğimiz ortam pek güzeldi ama yemekler o kadar süper değildi. ama bu sofrada yemek yememek de zevkli değildi.

bu arada sofrada konuştuğumuz konular da bu minvaldeydi. yani ayaş domatesinden salça yapmanın ne süper olduğu, hamilelik sonrası kilo vermenin ne kadar zor olduğu falan. aslında yemek alternatiflerinden en önemlisinin fix menü olması işimizi kolaylaştırıyordu ama bu yemekte de mesela herşeye et koyarak bize kıyak yapmaya karar vermişlerdi. neyse ki güzel ve doyurucu bir ton balıklı salata alternatifi vardı.

o gün üstüne uzun zamandır sofra konusunda bilimsel bilgi ve geleneksel bilgi konusunda düşündüğüm şeyler netleşmeye başladı, ben de yazayım dedim. kuzenim, anam babam kardeşimle de en çok bu şekilde dışarda yemek yerken görüşebiliyoruz. onlar bundan hoşlanıyor gibi ama benim genelde içim sıkılıyor. gittiğimiz yerleri sevmiyorum bazen, ben bi yer önerdiğimde de onlar pek sevmiyorlar galiba, zaten dışarda yemek yemeyi pek sevmediğimden bildiğim pek yer de yok. evdeki yemeklerden ve seçme şansı bulunmamasından da pek memnun kalmıyor gibiler. ben de aslında pekala da güzel bir tecrübe olabilecek dışarıda yeme işine katlanabilirim elbette. katlanamadığım şey de aslında sadece dışarda yemek yediğimizde değil her beraber yemek yediğimizde de olan bişey: en yeni yemek yeme kısıtlamalarının birbirine öğütlenmesi serisi. ya da işte özellikle aralarına kimi zaman benim de dahil olduğum kadınların hiç neşeli olmayan yeme rejimleri olması ve herkesin yeme rejiminin öyle olması gerektiğini düşünmeleri.
Politiki kouzina

sanırım bu çeşit kısıtlayıcı yemek yeme bilgilerine ilişkin sıkıntımın dışarda yemek yerken iyice ortaya çıkması lokantaların görece belli yemeklerden müteşekkil bir menü sunmaları ve yediklerimizin endüstriyel niteliğinin lokantalarda daha görünür olması. yemek yerken aslında rafine şekerlerden doymuş yağlardan değil gafil olmaktan, ne yediğimizi bilmeden yemekten, yediğimiz yemeği ve dolayısıyla da bedenimizi onore etmemekten kaçmak gerekiyor. bir yandan çok güzel her bir yemek herşeye rağmen. öte yandan onore etmeye (bakınız aşağıdaki vidyo) yediğimiz şeyin ta kendisinden başlıyoruz ama onun sofraya gelişini düşünmeden olur mu?  sömürülen ve tek besine mahkum edilen topraklar, burçak tarlasında zor gelinlikler yaşayanlar, bu besinleri kötü şartlarda işleyen işçiler, onları servis eden mutsuz garsonlar. evdeki mutsuz anne de bu hikayenin parçası. ama evde ben varsam, (görece) düzgün malzemeleri düzgün yerlerden aldıysam, mutsuz değilsem?

bir yandan da bu toptanlıkla beraber yürüyen isviçreli bilim adamlarının son keşifleri de bu genellikle etten ve yanındaki bir takım şeylerden oluşan, seçmeli gibi görünüp aslında fiks olan lokanta menüsü gibi hiç kişiye özel değil. bilakis. geleneksel bilginin coğrafi değişkenliğine karşı bilimsel bilgi evrensel olduğunu iddia ediyor ama bilimsel bilgi de zaman içinde geleneksel bilgiye oranla çok çok hızlı değişiyor. üstelik geleneksel bilgi en azından belli coğrafyaların insanlarına göre şekillenmişken bilimsel bilgi değişken olduğu gibi soyut da. sanki bizlerle, bedenlerimizle doğrudan bir alakası yokmuş gibi koyuyor kurallarını. ya da olması fark etmezmiş gibi. bedenlerimiz bilimin çiftliğiymiş ve istesek de istemesek de uymak zorundaymışız gibi. ve değişkenliği olduğu gibi bir zayıflık olan soyutluğunu da bir güç olarak sunuyor. işte kafamda netleşen bu oldu.

yani geleneksel bilgiyi tembihlemek adeta bir annelik göreviyken bilimsel bilginin pek öyle öğütlenebilir bir tarafı yok. ancak yanlışlanabilecek ama şimdilik ortaya konmuş son süper keşif olarak sunulabilir. bakın şöyle bi yemek yaptım son bilimsel bilgiler ışığında diyene de rastlamadım. o yüzden bu son keşifler gündelik hayatımıza daha çok kısıtlamalar olarak yansıyor. yani garip bir şekilde bilimsel bilgi paralelinde gelişen endüstri -hem yemek hem bilgi endüstrileri- bir yandan kendi geleneksel bilgi ve yemek yeme tarzlarından kopuşu ifade ederken, bir yandan da geleneksel bilginin olduğu kadar kendi yarattığı kirliliğin eleştirisini de içeriyor. bu durumda yeni bilgi vaazları ister istemez kısıtlama vaazlarına dünüşüyor. baştan beri söylemek istediğim ama derdimi anlatmadan söylemeyim dediğim şeyi şimdi söyleyeyim: elbette "geleneksel bilgi" artık iyice içi boşalmış ne idüğü belirsizleştirilmiş bir kümeye işaret ediyor. o da son yüzyıllara damga vuran bilimsel bilginin yeniden yeniden bozup yeniden yeniden yarattığı bir mefhum olarak düşünülmekten başka düşünceler evrenimizde yer almıyor bir yerde. yani bilimsel bilgi geleneksel olduğunu söyleyip önce bir kenara ittiği yerel yemek bilgisini sonradan yavaş yavaş içerirken, bu sürece dair bilgilendirmeyi yine kendi dilinde yapıyor. yani tam buğday ekmeğini yemenin önemini öğütlerken de kısıtlayıcı mesela...

fakat şu da var, bu kısıtlama söyleminin egemen olmadığı anlarda da, eğer yemek üzerinden müthis bilim sohbetlerine girilmeyecekse -bizimkiler pek meraklıdır bu sohbete ama ben yemek çerçevesinde tanık olmadım, ccc zafer yenal reyiz dışında. eğer kısıtlama söylemleri de kısıtlanırsa, bu sefer de bir sessizlik hakim oluyor ortama. ne desek boş halleri. bu sessizliğinin modern bilginin aktarılışındaki rolüne şurada işaret etmiştik funda cantek'le. e ama yemek de en güzel bir sohbet muhabbet ortamı değil miydi ya? o bakımdan:



not: bu arada blogda ifade ettiğim ve sağolunuz faideli geri dönüşler aldığım mama sandalyesi ve sofra krizim beni aile sofrasını sevmeye evriltti aslına bakarsanız. içine masa sığan bir mutfak, giderek yemek yapmaktan zevk alan bir adam ve masaya kuşlu peçeteler dizen kişinin ben olduğuna inanamıyorum!

ek: özetle bilimsel bilginin artık öteleyerek boş bir kümeye dönüştürdüğü geleneksel bilginin de yerini alarak  tahakkümünü perçinlemesi ve bunun da sofraya yansıması probleminden bir kaçış temrini olarak menüye bakıp içinden ilk geçeni söylemek şimdilik işliyor. hem sofrada konuşacak neşeli bir şey de çıkıyor!

                                                                                                                                            elif

Hiç yorum yok: