18 Aralık 2008 Perşembe

doğumhane kapısında annemin gözleri

giderek yaşlanıyor annem. o güzel narin yüzü yavaşça kırışıyor. asyalı yumuk gözleri matlaşıyor. ona güzel sözler söylemezdim pek. sarılmazdım hiç. dizine yattığım çok nadirdi, öfkemi yenebilirsem. kokusunu içime çekmemeye, onu sevmemeye çalışırdım. yıllarca çatıştım annemle. hiç barışamayız, uzlaşamayız sandım. hayatımdaki her olumsuzluktan ondan öğrendiğim kadınlığı sorumlu tuttum yıllarca. "bir gücü var, ama farkında değil ve kullanmıyor" diye hem onu hem kendi kendimi yedim. ondan ne gördüysem tersini yaparım sandım. ana-kızlar arasındaki o garip tekrar döngüsüne kapıldığımı farkettim sonra.


ilk doğuma giderken ameliyathaneye inen asansöre kocamı aldılar sadece. annem kapıda kalıverdi. kapılar kapanırken gözlerinde gördüklerim tüm kötülükleri uzaklaştırmaya yeterdi aslında; onu affetmeye, onunla barışmaya. ama yetmedi. aradan 8 yıl daha geçmesi gerekti. ve bir kez daha doğumhane kapısında ayrılmak. geçen yıl yine korku, telaş, heyecan içindeydi. “o kadar da güçlü olmadım hiç, hatta artık gücüm bitti” diyordu yine. mapusaneninki gibi bu kapı da bir dönüm noktasıymış. çıkarken o eski kadın değilsin. annemin “ya sağsalim çıkamazlarsa” endişesiyle dolu bakışları altında erimişti öfkem. çıktığımda artık ben onun annesiydim.

hastaneden eve döndüğümüzde ben uyuyunca hemen o da uyuyordu. bebekle başbaşa kalmaktan ödü patlıyordu. bana ve kızkardeşime babamdan hiç destek almadan bakan, haftasonlarını çamaşırları leğeninin önünde geçirip pazartesi tayyörünün içinde dimdik okula yollanan öğretmen annem, şimdi ufacık bebeğimden kaçıyordu. geceleri çalışan kocamın da yokluğunda biri yenidoğan iki kızıma ve anneme bakabileceğimi keşfettim. genç kızlık yıllarımda öğrenmemek için direndiğim bakım verme pratiklerini nasıl da kaptığımı. tüm o yemek tarifleri, nakışlar, toz almaların gerektirdiği sabrı meğer öğrenmişim. herhalde o sabırla, kesilmiş-dikilmiş karın ağrısı, yeni doğmuş bebeğe, kardeş şaşkınlığı yaşayan büyük kıza, ihtiyarlık telaşındaki anneye, gelmeyen-gelemeyen kızkardeşe, herşeyi soran kocaya verilecek sevgiye ve bakım emeğine engel olmadı.

doğumhane kapısından çıkışta kucağınıza bebeği veriyorlar, sırtınıza görünmeyen bir bohça. ailenizdeki kadın kuşakları boyunca biriktirilip annenizden size süzülen bir “hayat bilgisi”. annelik yapmaya dair. annenize de...
dido

4 yorum:

elif dedi ki...

geçenlerde okuduğum bişeyde annesini göz olarak hatırlayan birinden bahis vardı. arayım bulayım. ilk anne anıları. tepeden tırnağa göz. üzerinde, kollayan, aklının bir köşesinde seni tutan... bu erkek bakışı edebiyatından çok farklı di mi...

elif dedi ki...

ama garip bi bağlantı var:
doğum anı kırılarak milliyetçiliğin büyük ailesini birbirine uluyor. tıp kurumu bunun en biricik aracı. bunu müteakip sosyal devlet anneliğin kollayan sevecen ve aynı zamanda kontrol eden bakışını yeniden üretiyor. ama bu o ilişki değil. ve panoptikon da annenin bakışı değil. bilakis, anne ile çocuğun ilişkisi total kurumlarda gerçekten kırılıyor...

dido dedi ki...

Chodorow "The Reproduction of Mothering"de kadınlarda annelik yapmanın kişilik içine inşa edildiğini söylüyor ve bu durumu “ilişki-içinde-benlik” olarak tanımlıyor. böylece "bakan kadın" panoptikondaki gözün tam karşısında konumlanıyor. kadınların gözleri kendilerini seyreder gibi seyrediyor çocukları.

feminist anne dedi ki...

selam,

kendimi bir başıma sanıyordum; taa ki uzaklardan bir kadının beni international mother organizasyonuna yönlendirmesine ve sizi görmeme kadar... kendimi yazabileceğim, ifade edebileceğim bir blog kurdum; hem oğlumu cinsiyetçi düşünceden arındırılmış bir şekilde büyütebilmeyi hem de bilincimi yükseltmeyi, kendimi sağaltabilmeyi amaçlıyorum.
mail adresiniz var mı?
sevgiler
benim blogumun adresi feministanneningunlugu.blogspot.com